ELHAMDÜLİLLAH HAMDİN HÜLÂSASIDIR
Fâtiha sûresinin ilk âyetinin meâli şöyledir:“ezelden ebede her türlü ibâdet, hamd, övgü, şükür ve minnet âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur.”
Çünkü insan yaratılmış olmakla, saymaka bitiremeyeceğimiz nimetlere kavuşmuş oluyor. Yaşayabilmemiz için hava, su, gıdalar ve mânevî ihtiyacımız olan Kur’ân ve sünnet nimetini de hazır buluyoruz.
Eşref-i mahluk olmamız ve en değerli varlık olan insan olarak doğmamız, müslüman ülkede bulunmamız ve Allâh’ın bizi muhatap seçmesi de ayrı bir nimettir. Hayat minâresinin her basamağına birer altın değerinde nimetler bırakılmış. Görmek, duymak, yürümek, konuşmak vs.gibi...
Taş olmayıp, toprak olmayıp, hayvan olmayıp insan ve müslüman mertebesinde olmak; çok büyük nimetler sınıfından olduğu için; hamdi,
nİbrahim Günaydın ibâdeti, şükrü, teşekkürü ve ihlaslı olmayı zorunlu kılar.
Zâten insan; îman, ibâdet, hamd, şükür ve ihlas için halk edilmiştir.
Cenâb-ı Allah Zâriyât sûresinin 56. âyetinde: “Ben cinleri ve insanları ancak ve ancak Bana îman ve ibâdet etsinler diye yarattım.” buyurmuyor mu?”
Hamd, şükürden daha şumüllü ve kapsamlı bir ifâdedir. Fâtiha sûresinin ilk âyetinde insanın ne maksatla yaratıldığı ve dünyadaki görevinin ne olduğu “HAMD” kelimesinde özetlenmiştir. Zîrâ hamd; ibâdetin, ihlâsın, övgünün, kulluğun ve şükrü örfînin özetidir.
Kur’ân’ı, İlâhî ve muazzam bir saray düşündüğümüzde ilk âyette, peygamberimizin ilk önce yaratılan Nûr’una işâret vardır.
Zımnen “Îman, ibâdet ve kulluk edin! emrinin muhâtabı peygamberimizdir. Kurân’ın son kelimesi, son tuğlası da “NÂS” tır. Yani insanlardır. Bu “Nâs” ifâdesinde de kâinat ağacının en değerli meyvesi olan insanın, en son yaratılan varlık olduğuna ve paygamberimizin de son peygamber olduğuna işâret vardır. Peygamberimiz mânen en evvel, maddeten de en son nebi ve resul olarak yaratılmıştır.
Fâtiha suresi, Kurân’ın özeti olduğu gibi; insan da, “Rûhuyla, cismiyle âlem-i şehâdet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ve her iki âleme de tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan sıfât-ı kemâliye-i İlâhîyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur. Nitekim Muhyiddin-i Arabî, hadîs-i şerifin beyanında, “Mahlûkâtı yarattım ki, Bana bir âyine olsun ve o âyinede cemâlimi göreyim.” demiştir.(İ.î’câz, s.23)
Îman ve sünnet üzere kalınız.