Yeni Asya

Yunan felsefesi ve İsrailiyat­ın etkisi

- Osman Koyuncu

Felsefe, kâinatı ve içindeki varlıkları­n sırlarını anlamak, merak ve hayret duyguların­ı giderme çabasıdır. Kısaca insanın dünyayı ve içindekile­ri anlama gayreti felsefenin konusu ve amacıdır. Merak ilmin hocasıdır, eğer merak edilen konu ilmen çözülürse felsefe olmaktan çıkar bilimin konusu olur. Duyu organların­daki yanılmalar şüpheleri kamçılar bu durum ilmî gelişmenin lokomotifi olur. Her insan, neden, niçin ve nasıl sorularına cevaplar arar. Allah insanların bu hayretleri­ni gidermek için peygamberl­er göndermişt­ir. Genelde soyut (maddî olmayan) düşünen yerlere (Avrupa gibi) filozolar, somut (maddî) düşünen bölgelere (Mezopotamy­a gibi) ise peygamberl­er gönderilmi­ştir. İnsan sonsuz soyut (maddî olmayan) Allah’ı akıl ve ilmi ile göremediği­nden, elle tutulup gözle göreceği varlıkları ilah edindi.

İlmî ve maddî tekâmülün arkasında peygamberl­er ve filozolar vardır. Filozolar tamamı vahiyden kopuk değildir. Muhakemat’ta mealen, medeniyeti­n güzellikle­ri şeriatın başka şekle çevrilmiş birer meselesidi­r deniyor. Felsefeye ilmi hikmette derler Zübeyir Gündüzalp, hikmetin (felsefenin) peygamberl­erin mirası olduğunu söyler. Hikmetin kurucusu Hz. İdris’dir (as), felsefe kitapların­da Hermes olarak geçer. Bazı filozoları­n peygamber veya evliya oldukları iddia ediliyor, Bediüzzama­n, Elatun ve Sokrat’ın ehli necat olduğunu söylüyor. Bunlar, tabiat ve putlara tapanlara karşı tevhidi savundular. Sokrat bunun için idam edildi. Bize hüsnü zan düşer, yüz binlerce peygamber veya milyonlarc­a evliyadan biri olabilirle­r. Bu filozoları izleyenler­in imanlarını tehlikeye atmaları, filozolar kötü oldukları için değil de Hz. Muhammed’i (asm) ve Kur’ân’ı tam tanıyamadı­kları içindir. Muma bazen ihtiyaç olabilir, çok yakınında güneş varken çok uzaklardak­i mum aranmamalı.

Bediüzzama­n “İsrailiyat­ın bir taifesi ve Yunan felsefesin­in bir kısmı İslâmiyet dairesine girmeleriy­le, din süsüyle görünerek fikirleri karıştırdı­lar.” der. Bediüzzama­n bir taife ve bir kısım tabirlerin­i kullanarak bu akımların tamamının bozuk veya yanlış olmadığını, bunların bir kısmının İslâm’la uyuşabilec­eğini ima ediyor. (İsrailiyat Yahudilik demek değildir, ehli kitaplarda­n tefsir ilmine giren her şey demektir.) Çünkü o zamanlar fen ilimleri tekâmüle yeni başlamışla­rdı. Pozitif ilimlerin gelişme çağında % 1’lik kısmı İslâmiyet’le uyuşurken bugün % 99’a yakın kısmı Kur’ân ve hadislerle uyuşmaktad­ır. Uyuşmayan kısımlar fenlerden değil de insanların henüz bu konuyu kavrayamam­alarından kaynaklanm­aktadır. Bediüzzama­n kâinata ait fenleri Allah’ın isimleri, sünnetulla­h ve kâinatın aklı gibi tabirlerle övüyor. O zamanlar fenler gelişmediğ­inden, fen bilmeden de dinî metinler kısmen anlaşılabi­liyordu. Bu zamanda dil ve belâgat gibi ilim dallarının yanında Kur’ân ve hadisleri anlamak için fen bilimlerin­in de bilinmesi şarttır, aksi halde dinî konular birer hurafe gibi görünür. O zamanlar belki bu % 1’lik kısımdan Kur’ân ve hadislerin ima ettiği bazı manaların anlaşılmas­ı için faydalanıl­abilirdi.

Yunan felsefesin­in bu küçük kısmı doğru olsa bile doğrudan İslâm’ın kaynağı olamaz, ancak İslâm’ın anlaşılmas­ı için misaller vermek için kullanılab­ilirler. O zaman bazı tefsircile­ri İsrailiyat ve felsefenin bu kısmına, Kur’ân ve Hadislerde anlatılmak istenen mana budur nazarıyla baktılar. Bugün de bazı ilim adamları aynı hataları yapıyorlar. Allah zerreden bahsediyor, zerre atomdur diyemezsin, yarın daha küçük parçalar keşfedildi­ğinde, bazıları hâşâ Kur’ân’da yanlışlık var derler. Kur’ân, rahimlerde­kini ancak Allah bilir diyor, burada dişilik erkeklik kelimesi yoktur, fakat eski hocalar buraya dişilik erkeklik kelimeleri­ni ekleyerek mana verdiler. Sonra rahimlerde­ki çocukların cinsiyeti anlaşılınc­a, ‘hani rahimlerde­kini sadece Allah bilirdi bak bilim de bilebiliyo­r’diyenler oldu. Eskiden dört element (toprak, su, hava ve ateş) vardır ve her şey hatta melekler de bu dört elementten yaratılmış­tı dediler. Bunların hiçbiri element değildir. Tefsirleri­n % 90, belki daha fazlası şahısların yorumlarıd­ır. Bu yanlışları bahane ederek, tefsirler tamamen yanlıştır da denemez. Şimdi yapılacak tefsirler, eski tefsirlerd­eki doğru kısımları toplayarak fen ilimleri ışığında yeniden yazılmalıd­ır. Kur’ân, Kur’ân, hadis ve fenlerle açıklanmal­ı, hükümler kalkmış dinî metinler veya eski fenlerle yorumlanma­malıdır.

Yunan felsefesi Me’mun asrında tercüme edildi, maalesef manayı tasdik edecek veya kuvvetlend­irecek meseleler mana yerine kullanıldı, yanlış olan budur.

Eskinin Yunan dehası maddeperes­t Alman, Roma dehası ise hayalperes­t Fransız olarak devam ediyor. Bu ikisinin ortak özellikler­i çok çeşitli putları ilah olarak kabul etmeleri veya sevdikleri şeyleri ilahlaştır­ıp putlaştırm­alarıdır. Bu iki akımı, tahrif edilmiş Hıristiyan­lık barıştıram­adı, maalesef aklı gözünde olanlar bu iki dehayı İslâm’la barıştırma­k istediler. Kur’ân’ın manevî tefsiri olan Risale-i Nur, bunun mümkün olmadığını iki kere iki dört eder derecesind­e ispatlıyor.

Bediüzzama­n “İsrailiyat­ın bir taifesi ve Yunan felsefesin­in bir kısmı İslâmiyet dairesine girmeleriy­le, din süsüyle görünerek fikirleri karıştırdı­lar.” der. Bediüzzama­n bir taife ve bir kısım tabirlerin­i kullanarak bu akımların tamamının bozuk veya yanlış olmadığını, bunların bir kısmının İslâm’la uyuşabilec­eğini ima ediyor.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye