Yunan felsefesi ve İsrailiyatın etkisi
Felsefe, kâinatı ve içindeki varlıkların sırlarını anlamak, merak ve hayret duygularını giderme çabasıdır. Kısaca insanın dünyayı ve içindekileri anlama gayreti felsefenin konusu ve amacıdır. Merak ilmin hocasıdır, eğer merak edilen konu ilmen çözülürse felsefe olmaktan çıkar bilimin konusu olur. Duyu organlarındaki yanılmalar şüpheleri kamçılar bu durum ilmî gelişmenin lokomotifi olur. Her insan, neden, niçin ve nasıl sorularına cevaplar arar. Allah insanların bu hayretlerini gidermek için peygamberler göndermiştir. Genelde soyut (maddî olmayan) düşünen yerlere (Avrupa gibi) filozolar, somut (maddî) düşünen bölgelere (Mezopotamya gibi) ise peygamberler gönderilmiştir. İnsan sonsuz soyut (maddî olmayan) Allah’ı akıl ve ilmi ile göremediğinden, elle tutulup gözle göreceği varlıkları ilah edindi.
İlmî ve maddî tekâmülün arkasında peygamberler ve filozolar vardır. Filozolar tamamı vahiyden kopuk değildir. Muhakemat’ta mealen, medeniyetin güzellikleri şeriatın başka şekle çevrilmiş birer meselesidir deniyor. Felsefeye ilmi hikmette derler Zübeyir Gündüzalp, hikmetin (felsefenin) peygamberlerin mirası olduğunu söyler. Hikmetin kurucusu Hz. İdris’dir (as), felsefe kitaplarında Hermes olarak geçer. Bazı filozoların peygamber veya evliya oldukları iddia ediliyor, Bediüzzaman, Elatun ve Sokrat’ın ehli necat olduğunu söylüyor. Bunlar, tabiat ve putlara tapanlara karşı tevhidi savundular. Sokrat bunun için idam edildi. Bize hüsnü zan düşer, yüz binlerce peygamber veya milyonlarca evliyadan biri olabilirler. Bu filozoları izleyenlerin imanlarını tehlikeye atmaları, filozolar kötü oldukları için değil de Hz. Muhammed’i (asm) ve Kur’ân’ı tam tanıyamadıkları içindir. Muma bazen ihtiyaç olabilir, çok yakınında güneş varken çok uzaklardaki mum aranmamalı.
Bediüzzaman “İsrailiyatın bir taifesi ve Yunan felsefesinin bir kısmı İslâmiyet dairesine girmeleriyle, din süsüyle görünerek fikirleri karıştırdılar.” der. Bediüzzaman bir taife ve bir kısım tabirlerini kullanarak bu akımların tamamının bozuk veya yanlış olmadığını, bunların bir kısmının İslâm’la uyuşabileceğini ima ediyor. (İsrailiyat Yahudilik demek değildir, ehli kitaplardan tefsir ilmine giren her şey demektir.) Çünkü o zamanlar fen ilimleri tekâmüle yeni başlamışlardı. Pozitif ilimlerin gelişme çağında % 1’lik kısmı İslâmiyet’le uyuşurken bugün % 99’a yakın kısmı Kur’ân ve hadislerle uyuşmaktadır. Uyuşmayan kısımlar fenlerden değil de insanların henüz bu konuyu kavrayamamalarından kaynaklanmaktadır. Bediüzzaman kâinata ait fenleri Allah’ın isimleri, sünnetullah ve kâinatın aklı gibi tabirlerle övüyor. O zamanlar fenler gelişmediğinden, fen bilmeden de dinî metinler kısmen anlaşılabiliyordu. Bu zamanda dil ve belâgat gibi ilim dallarının yanında Kur’ân ve hadisleri anlamak için fen bilimlerinin de bilinmesi şarttır, aksi halde dinî konular birer hurafe gibi görünür. O zamanlar belki bu % 1’lik kısımdan Kur’ân ve hadislerin ima ettiği bazı manaların anlaşılması için faydalanılabilirdi.
Yunan felsefesinin bu küçük kısmı doğru olsa bile doğrudan İslâm’ın kaynağı olamaz, ancak İslâm’ın anlaşılması için misaller vermek için kullanılabilirler. O zaman bazı tefsircileri İsrailiyat ve felsefenin bu kısmına, Kur’ân ve Hadislerde anlatılmak istenen mana budur nazarıyla baktılar. Bugün de bazı ilim adamları aynı hataları yapıyorlar. Allah zerreden bahsediyor, zerre atomdur diyemezsin, yarın daha küçük parçalar keşfedildiğinde, bazıları hâşâ Kur’ân’da yanlışlık var derler. Kur’ân, rahimlerdekini ancak Allah bilir diyor, burada dişilik erkeklik kelimesi yoktur, fakat eski hocalar buraya dişilik erkeklik kelimelerini ekleyerek mana verdiler. Sonra rahimlerdeki çocukların cinsiyeti anlaşılınca, ‘hani rahimlerdekini sadece Allah bilirdi bak bilim de bilebiliyor’diyenler oldu. Eskiden dört element (toprak, su, hava ve ateş) vardır ve her şey hatta melekler de bu dört elementten yaratılmıştı dediler. Bunların hiçbiri element değildir. Tefsirlerin % 90, belki daha fazlası şahısların yorumlarıdır. Bu yanlışları bahane ederek, tefsirler tamamen yanlıştır da denemez. Şimdi yapılacak tefsirler, eski tefsirlerdeki doğru kısımları toplayarak fen ilimleri ışığında yeniden yazılmalıdır. Kur’ân, Kur’ân, hadis ve fenlerle açıklanmalı, hükümler kalkmış dinî metinler veya eski fenlerle yorumlanmamalıdır.
Yunan felsefesi Me’mun asrında tercüme edildi, maalesef manayı tasdik edecek veya kuvvetlendirecek meseleler mana yerine kullanıldı, yanlış olan budur.
Eskinin Yunan dehası maddeperest Alman, Roma dehası ise hayalperest Fransız olarak devam ediyor. Bu ikisinin ortak özellikleri çok çeşitli putları ilah olarak kabul etmeleri veya sevdikleri şeyleri ilahlaştırıp putlaştırmalarıdır. Bu iki akımı, tahrif edilmiş Hıristiyanlık barıştıramadı, maalesef aklı gözünde olanlar bu iki dehayı İslâm’la barıştırmak istediler. Kur’ân’ın manevî tefsiri olan Risale-i Nur, bunun mümkün olmadığını iki kere iki dört eder derecesinde ispatlıyor.
Bediüzzaman “İsrailiyatın bir taifesi ve Yunan felsefesinin bir kısmı İslâmiyet dairesine girmeleriyle, din süsüyle görünerek fikirleri karıştırdılar.” der. Bediüzzaman bir taife ve bir kısım tabirlerini kullanarak bu akımların tamamının bozuk veya yanlış olmadığını, bunların bir kısmının İslâm’la uyuşabileceğini ima ediyor.