Kır çiçeği
Kır çiçeği ilkbaharın önde gelen âlemi. Çehresiyle ferahlatır kıştan çıkan âlemi. Rengârengin panayırı, teşhirgâhı âdeta. Her desende, her tonuyla ilkbaharın yolunda…
Ruha sükûn, gönle inşirah veren kır çiçeklerinin peşi peşine açmaları; meftun gözlere göründükten kısa bir zaman sonra solmaları, şehrâyîn ilkbaharın geçit resmi âdeta.
Gözlerin zevkine göre envai çeşit güzellikleri halk eden Rabbimiz, burunlara, rayihayı, çiçeklerle bahşetmiş.
Dağları taşları, kırları yokuşları nebatatın ipliğiyle her baharda sadece bir defa, ilmek ilmek dokuyan; yeryüzünü hoş halısıyla bürüyen kır çiçekleri, bir cihette hürriyetin timsali.
Kabına sığmaz, karışılmaz; Veren’in verdiğiyle bir tablo ki, muhteşem.
Görebilen gözler için, temaşaya arz edilmiş şu dünyanın cinanı.
Kır çiçeği nazenin dokusuyla, cana safa kokusuyla mahzun gönüllerin dertlerine devadır; yorgun ruhların elemine şifadır.
Her sabah yeni bir günün doğması misali; her bahar, yeni bir âlemin tevellüdü, haşr olması demektir. Her ne kadar geçen sene gördüğümüz, hayran hayran tefekkür ettiğimiz çiçeklerin aynısı değilse de; nüvesinde hıfz edilen ruh programına göre neşvü nema bulan çiçekler, öncekinin gayrisi de değiller.
O gün yüzümüze nasıl tebessüm etti ise, bu bahar da aynı teravette, nezahette, letafette gülümseyip duruyor.
İnsanların ruh yüzünü gülümsetmek adına…
Midemizin ihtiyacı olan taamları Rezzak ismiyle; dertlerimizin şifasını Şâfî ismiyle bize lütfeden Allah (cc), gözümüzü gönlümüzü ihmal edip, Cemil ism-i şerifi hürmetine güzellikler vermez mi?
Ama, görebilen gözlere, idrak eden özlere…
O’nun nezdindeki çok özel yerimize bakar mısınız:
Her şeyi kudret elinde tutan Allah (cc), yarattığı mahlûkatın; hususan insanın, her ihtiyacını halk etmiş: Tatmak için lezzeti, gözümüze güzellik, kulaklara hoş sadâ, burunlara miski amer kokusu, ihsanları anlamaya zekâvet…
Görüp de fikretmemek, tadıp da şükretmemek, bilip de zikretmemek olur mu?
Hayret ile andığımız bunca işler, Rabbimizin keremi.
Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi; eğer “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”
Vadettiği her ne varsa hepsini, sahâvetkâr ihsanlarla donatmış.
Lâtif bir anekdot:
Rivayete göre; Kazköylü ehl-i hizmet, ehli himmet merhum Osman Amca, sabah namazına kalkamayan kimselere, “Oh, yat aşağı, git Cennete!” dermiş.
Söz güzel de; böyle bir şey olur mu? Elbette ki verilecek cevap: Olmaz. Öyle ise, güzellikler deryasında farkımızı fark etmeli, kadrimizi bilmeli; uyumayıp, muti kullar zümresine girmeli.
Mahdut zaman dolmadan, kır çiçeği solmadan.