İstanbul halen yağmalanıyor!
Gezi direnişi bu sene 11. yaşına bastı. Kentteki sayılı yeşil alanlardan olan Gezi Parkı’nı savunmak üzere başlayan eylemler; ülkenin 80 ilinde giderek yoksullaşmaya, antidemokra tik müdahalelere, ülkenin parsel par sel talanına topyekûn bir karşı koyu şa dönüştü. Bu karşı koyuş Gezi Par kı’nı korusa da iktidarın denizin ve toprağın her bir karışını sermayeye peşkeş çeken tavrı devam ediyor. Ev rensel’e konuşan Şehir Plancısı Pınar Giritlioğlu’nun deyimiyle “Ülkede gerçekleşen her doğal ve yapay olay, iktidarın kent üzerindeki hegemon yasını arttırmak için kullanılıyor.”
‘GEZİ DAYATMACI TAVRIN BAŞLANGICI SAYILIR’
Kentin talanından söz ederken Gezi direnişinin de merkezi olan Taksim’den başlamak gerektiğini ifa de eden Giritlioğlu, “Gezi burada bir eşik teşkil ediyor. Yani kentin daha şiddetli, daha dayatmacı talanının belki de ilanıdır” diyor. Gezi Parkı’n daki yayalaştırma projesinin bardağı taşıran son noktası olduğunu söyle yen Giritlioğlu, Gezi’den sonra bu sürecin sertleştiğini vurguluyor.
AKP’YI bir ‘projeci parti’ olarak niteleyen Giritlioğlu, bunu şöyle açıklıyor: “2002’de tek başına iktida ra geldiğinde bu proje söylemleriyle seçimi kazanmıştı. Özellikle yoksul halka yönelik sosyal konut vaatleriyle seçimi almıştı. Gezi sürecinin arka sında da 2011’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kurulması, 2012’deki Van depremi var. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Ba kanlığının yerine geldi. Tamamen müteahhit mantığıyla sürece bakan, hasılat getirici uygulamalar yapması beklenen bir bakanlık inşa edildi. Bunun arkasından 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüşümü Hakkında Yasa geldi.”
‘İKTİDAR HER OLAYDA HEGEMONYASINI ARTIRDI’
Bu yasanın dayatmacı yaklaşımı daha da güçlendirdiğini, planlama yetkilerini belediyelerin elinden ba kanlığa geçirdiğini hatırlatan Giritli oğlu, 15 Temmuz 2016’nın da bir kı rılma noktası olduğunu söylüyor. Za ten başlayan askeri alan talanının da ha da hızlandığını vurgulayan Giritli oğlu, “Bütün askeri alanlar rezerv alanı ilan edildi. Buralarda lüks ko nut projelerine başlandı. Millet bah çesi adı altında yeni betonlaşma sü reçleri başladı. İstanbul›da neredeyse yüzde on oranındaydı bu alanlar. İs tanbul’un son yeşil alanlarıydı” diyor. Bir başka kırılma noktasının da refe randum olduğunu vurgulayan Giritli oğlu, “Bu ülkede şu anda Cumhur başkanı onay vermeden nefes bile alamıyorsunuz ki bunun kent üzerin deki etkilerini gördük. ‘Mega proje ler’, Kanal İstanbul gibi projeler bu süreçten itibaren hızlandı. AKM bu nun örneklerinden bir tanesidir. Yani hem Kanal İstanbul’da hem de AKM’DE biz şu dili duyduk: ‘İstese niz de istemeseniz de bu proje yapı lacak’” ifadelerini kullanıyor.
Taksim Camisi’nin de bir nispete dönüştüğünü hatırlatan Giritlioğlu, “Çeşitli araçlar kullanılarak tahsisli kiralamalar, satışlar, devirler; çeşitli vakıflara, tarikatlara peşkeş çekilme si ve İstanbul’un böylelikle deprem kırılganlığının da giderek arttırılması söz konusu oldu. Son büyük kamu arazileri bu süreç içerisinde sermaye ye teslim edildi. Zorlu karayolları bi rinci bölge arazisi, karşı yakadaki Küçükyalı arazisi, afet toplanma alanlarının alışveriş merkezlerine dö nüşmesi...” örneklerini veriyor. İkti darın 2019 yerel seçimlerinde büyük şehir belediyelerini alamamasıyla yetkiyi, rezerv alan tanımını kullana rak bakanlıklara verdiklerini ifade eden Giritlioğlu, “Bugün neredeyse İstanbul’un yüzde 60’ı bakanlık tara fından yönetiliyor. Aslında her doğal ve yapay olay, iktidarın kent mekanı üzerindeki hegemonyasını arttırmak için kullanıldı” diyor.
Gezi’nin iktidarın kendinden ol mayanları ötekileştirmesinin başlan gıcı olduğunu, çok daha dayatmacı bir yapıya büründüğünü vurgulayan Giritlioğlu, pek çok yasanın bunun aracı olduğunu aktarıyor. Hukuk ta nımazlığın giderek arttığını ifade eden Giritlioğlu, tüm bunların çatısı nın özgürlük, adalet ve demokrasi sorunu yani bir “kent hakkı” sorunu olduğunu söylüyor. O nedenle, bü yük küçük demeden de mücadeleyi devam ettirme çağrısı yapıyor.