MACRON’UN POPÜLİZMİNİN KARŞITLIĞI: SADECE KONUŞMAK YETMEZ
FRANSA cumhurbaşkanının iç politikası, küresel çapta milliyetçilik ve yabancı düşmanlığına karşı mücadelenin önderi olma hedefini baltalıyor.
Emmanuel Macron’nun Birleşmiş Milletler’de Donald Trump’tan sonra kürsüye geçmesi, olumlu iz bırakma hedefini kolaylaştırdı. Coşkulu bir şekilde insan haklarını baz alan ülkeler arası iş birliği savunması, ABD başkanının gösterişli bireysellik konuşmasına karşı bir azarlama oldu. Aynı günün sabahı, Trump’ın “küreselleşmeyi” reddetmesi soğuk bir şekilde karşılanmıştı.
Uluslararası iş birliğine bağlılık Macron’nun tercih ettiği tarz, ve bunda gayet başarılı. 2017’de aşırı sağcı “Ulusal Cephe” adayı Marine Le Pen’e karşı kazandığı seçim kampanyasının büyük bir kısmı Avrupa projesini savunmak üzerine kurulmuştu. Kendisini kıtadaki popülizmi yenebilecek ve önümüzdeki mayısta seçim yapacak olan Avrupa Parlamentosunda “ilerici” bir koalisyon kurabilecek lider olarak görüyor. Birleşmiş Milletler’de bu mesajını dünyaya götürdü, küresel yönetimin yenilenme çağrısını yaptı; “insani yüzü olan yeni bir dünya düzeni”.
Beyaz Saray’da Trump olduğu sürece, liberal demokrasiyi dünyada savunanlara ihtiyaç var. Ve Angela Merkel, Alman Başbakanı olarak 13’üncü yılında gittikçe bölünen bir koalisyonla boğuşurken Ab’nin dinamik bir lidere ihtiyacı var. Bu rolü üstlenmek isteyen Macron için problem, konuşmadaki yeteneği ve söylediklerini hayata geçirme arasındaki boşluk. Fransa’da yayınlanan Humanite gazetesinden çevirdiğimiz makalede, aslında Macron’la Trump’ın dünya tahlilleri arasında özünde bir farkın olmadığı, sadece biçimsel farklılıkların olduğuna dikkat çekildi.
Almanya’da ise iktidardaki Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) Federal Meclis Grup Başkanlığı seçimini Başbakan Angela Merkel’in desteklediği ve 13 yıldır bu görevi yürüten Volker Kauder’in beklenmedik şekilde kaybetmesiyle “Merkel’in sonu geldi mi” sorusu tartışılmaya başlandı. Büyük koalisyonun halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenmek yerine kendi iç sorunlarıyla uğraşması da yönetim krizi olarak nitelendiriliyor ve krizden çıkış yolları aranıyor.