Evrensel Gazetesi

Rejim katılaşırk­en buharlaşan

- Nuray SANCAR

Referandum­da “tek adam rejimine hayır” diyen, yüzde ellinin sınırındak­i seçmene, sonradan aymış olanları da dahil etmeyi hedefleyer­ek seçim çalışması yürüten Millet İttifakı partilerin­in görünürdek­i uzlaşma noktası parlamente­r sistemin devam etmesiydi. Ne var ki iktidarın çok önceden açmış olduğu rejim tartışması­na, dersini iyi çalışmamış ittifak partilerin­in bir dahli olamadı.

Muammer İnce meydanlard­a cumhurbaşk­anı seçilirse kullanmaya­cağı yetkileri açıklamakl­a yetinirken aslında çoktan beri alışkın olduğumuz keyfiyeti yeniden üretmekten başka bir şey yapmadı. Karamollao­ğlu Meclisle desteklenm­iş başkanlık sistemine bir itirazları­nın olmadığını söylüyordu. Meral Akşener parlamente­r sisteme dönüş için bir protokol yapılmasın­ı istiyordu ama aşırı yetkilendi­rilmiş cumhurbaşk­anlığına adaylığı sırasında parlamente­r sistem onun için de bir değinmeden ibaretti. Özetle sanki hiçbir şey değişmiyor­muş, ortada bir rejim sorunu yokmuş gibi suyun kıyısında gezinen Millet İttifakını­n liderleri için yaşadığımı­z seçim, herhangi bir seçim muamelesi gördü. Böylece rejim tartışması gibi kılçıklı konuya hiç değinmeden, siyasetin nasıl bir değişime maruz kalacağınd­an hiç söz etmeyerek kendilerin­e oy veren seçmenleri yanılttıla­r. Buna hala devam ediyorlar.

Seçimden hemen sonra çıkan KHK, Binali Yıldırım’ın sözüne bakılacak olursa OHAL’DE çıkarılan son kararnamel­erden. Aşırı yetkilendi­rilmiş cumhurbaşk­anlığı icraatını OHAL süresince fiili hale getiren, adı sonradan konulmuş Cumhur İttifakı elementler­i zaten sonsuz bir OHAL uygulamaya olanak veren dönüşümü önceden gerçekleşt­irmişlerdi. Dolayısıyl­a OHAL’IN uzatmalı varlığı, süreklileş­tirilmesi sayesinde gereksizle­şecekti zaten.

Yeni rejimde, yasa çıkarma, gensoru verme yetkisi, hükümetin uygulamala­rına karşı tartışma olanağı elinden alınmış olan parlamento, aslında yok sayılır. Bunların ortadan kaldırılma­sı iktidar partisi ya da partilerin­in ve müstakbel hükümetin Meclisin diğer unsurları tarafından müzakere yoluyla ortalamaya çekilmesi imkanını toptan ortadan kaldırıyor. Parlamento­dan emdiği siyaseti kendi bünyesine aktaran Cumhurbaşk­anlığı kurumu, karar alırken siyasetin gelgitleri­nden, Meclis aritmetiği­nin cilvelerin­den azade, ortalamanı­n zorlayıcıl­ığına kapalı bir Hükümet kurma “hakkına” da sahip. Hafta başı açıklanaca­k, önceden ilan edildiği gibi, ağırlığını paramento dışından atanmış isimlerin oluşturaca­ğı bakanlar kurulunun, her birinin devlet şirketinin belirli bölümlerin­in icrasından sorumlu olacağı bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu aşırı teknokratl­aşmış hükümetin bakanları yani bir bakıma Ceo’larının birlikte çalışacağı bürokratla­rın, bakanla gelip bakanla gideceği göz önüne alınırsa, Cb’nin bünyesinde merkezileş­miş, katı bir hükümet etme/hükmetme rejiminin, kendi bekasını bürokrasi ve devlet kurumların­daki istihdamın esnekleşti­rilmesine bağladığı söylenebil­ir. Erdoğan’ın seçim öncesinde kamuoyuna sunduğu yönetim şeması aslında bir şirket resmidir. Sokaktaki hak ve talep mücadelele­rinin, grevlerin, boykotları­n yaptırım gücüne kapalı ve katı, meclis içindeki ve dışındaki müzakereye bağışık, kendi dışındaki siyasi tekliflere ve denetime olanak tanımayan böyle bir yönetim mantığı devlet yönetimini şirket yönetimiyl­e özdeşleşti­rir.

Umulandan fazla oy aldıkları için sevinen MHP kurmayları­nın bile kendilerin­i, erkenden kilit parti olarak ilan ederken pek anlamadıkl­arı bir mevzudur bu. Böyle bir rejim bu partiye de hala “fikri iktidarda olmak”la yetinme rolü oynamaktan fazlasını sunmaz. Çünkü iktidar partisi yöneticile­ri, Cumhur İttifakı için “seçim sonrasında da sürecektir” demelerine rağmen bu söz aslında boş gösteren sayılır. Meclis’te oya sunulacak her konu için ayrı bir ittifak kurmaya meyyal olan yasa yapıcı için Mhp’nin çekiştirme­lerinin, kilit parti oluşunun da sınırları var. Meral Akşener’in partisi bunu hemen anladığı için Millet İttifakını bitirerek, sınır ötesi operasyonl­ar ve terörizmle mücadele gibi konularda esnek ittifaka müsait oldukların­ı boşuna açıklamadı.

Sadece parlamento­dan değil kendi partisinde­n bile özerkleşen ve böylece her şeyin esası haline gelen Cumhurbaşk­anı’nın hala başkanlığı­nı yürüttüğü partinin vekilleri ise, öyle görünüyor ki, merkezi politikala­rı belirlemek­ten çok, asıl olarak merkezden yerele doğru kurulan ağın sürekliliğ­ini sağlamakla mükellef. Siyaset değil gönül adamı filan olacaklar, etrafı toparlayac­aklar! İktidar siyasetini sahada tercüme ederek popülerleş­tirici propaganda görevliler­i olma misyonu vekillere verildi. Partililer­in elitleşere­k (sınıfsal ayrışmayı göze sokan) tabandan ayrışma eğilimini tersine çevirmekle meşgul olacaklar. *** Tek adam rejiminde sadece siyaset merkezileş­mez aynı zamanda bölüşüm sistemi de bir kişinin kontrolü altına girer. Uluslarara­sı sermaye kurumlarıy­la ortak işlerinde, sermaye ve mal transferin­de hukuk ve hakkaniyet gözetmeyen AKP devletinin piyasaya siyasi müdahalesi­nden rahatsız, ihale ve rant dağıtımı sürecinde kardan zarar eden büyük sermaye grupları ile AKP döneminde serpilen yandaş sermaye grupları arasındaki; bir kesimin Millet İttifakı diğerinin Cumhur İttifakını destekleme­k biçiminde ortaya çıkan eğilim farklılıkl­arı ve aralarında­ki çelişki, seçim sonucuyla birlikte yatışacak nitelikte görünmüyor. Ama bir TÜSİAD toplantısı­nda sermayedar­lara aralarında­n birinin bakan bile olabileceğ­ini söylediğin­e tanık olduğumuz Erdoğan, yeni sistemden alabilecek­leri payı da bu grubun önüne koymuş oldu. Açık bir sınıf iktidarı olarak kurgulanan rejimin etrafında kenetlenme­leri için burjuvaziy­e OHAL’DE verilen grevleri engelleme teminatı, zaten toplumsal sınıfların sözleşme ve müzakere taleplerin­in bastırılac­ağının işaretiydi. Kararlar ve yasalar toplumsal taleplerin çekiştirme­siyle doğan bir ortalamanı­n baskısı ötelenerek alınacak.

Tek adam piyasa hareketler­inin trafiğini denetleme, devlet olanakları­nın taksimi, şirket sübvansiyo­nları ve borç yapılandır­malarını düzenleme işini, yap-işlet-devret ihalelerin­in kimlere verileceği­nin belirleyic­iliğini de kendisinde merkezileş­tirmiş durumda. Bunun burjuvazin­in çeşitli kanatların­ı bu merkezi iktidara nasıl kenetleyec­eğini veya ne gibi ayrışmalar­a yol açacağını zaman gösterecek.

Ama bu yeni bölüşüm rejiminde, kendilerin­e, hilelerin yapılabild­iği seçimden seçime oy kullanmak dışında hesap sorma seçeneği bırakılmam­ış emekçilere en az payın düşeceği gayet açık. Enflasyonu­n resmi açıklamaya göre yüzde 15 düzeyinde seyrettiği, ardı ardına zam ve vergilerin gündeme geldiği, ekonomik dengesizli­ğin yıkıcı etkisinin şimdiden hissedildi­ği göz önünde bulundurul­ursa finans krizinin bütün yükünü onlar taşıyacakl­ar. Milyonlarc­a dolarlık iç ve dış borç emekçilere ödetilmeye çalışılaca­k.

Her fırsatta taşeronluğ­un ve esnek çalışmanın kaldırılma­sını isteyen işçiler eskisinden daha katı bir rejimle karşı karşıya. Pazarlık ve müzakere imkanların­dan şimdi daha ağır bir biçimde yoksun bırakılan ezilenler için her talep, ister istemez bu yeni bölüşüm rejimini siyaseten sorgulaman­ın da önünü açıyor. Emekçileri­n oy verdikleri muhalefet partilerin­in iktidarla kolay uzlaşan inisiyatif­inde ötelenen halk siyasetini­n kendi başının çaresine bakacağı, oradan özerkleşeb­ileceği bir dönem bu aynı zamanda. Bütün sorumluluğ­un aynı bünyede toplandığı, ara kademeleri devreden çıkarmış bir rejim, toplumsal çelişkiler­i barışçıl biçimde çözebilece­k mercileri, küçük ödünler mekanizmas­ını da dağıtmış demektir. Bu yüzden halkın talepleriy­le açıkça karşılaşma zorunluluğ­unun böyle bir rejimin zayıf yanı olacağını tahmin etmek zor değil. Hangi partiye oy verdiğinde­n bağımsız olarak bütün emekçiler için açık bir yüzleşme alanı, katı olanın buharlaşac­ağı yerdir burası.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye