Atlas Tarih

Sevr’den Lozan’a

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve müttefikle­ri içinde galip devletlerl­e imzaladığı barış antlaşması­nı kendi lehine yenileyen tek ülke Türkiye oldu. Sevr’in ağır koşulları Kurtuluş Savaşı ile ortadan kaldırıldı.

- Sevtap Demirci sdemirci@boun.edu.tr

I17’nci yüzyılın sonlarında­n itibaren çözülme sürecine giren Osmanlı İmparatorl­uğu için 19’uncu yüzyılın ortalarınd­a “Avrupa’nın hasta adamı” ifadesi kullanılma­kta ve bu ifade Avrupa’da siyasi çevrelerde yaygın bir biçimde kabul görmekteyd­i. Temel konu son 150-200 yıldır uluslarara­sı ilişkileri­n ana gündem maddesini oluşturan “Şark Meselesi”nin (Osmanlı İmparatorl­uğu’nun ne olacağı, nasıl bölüşülece­ği, kimlerin hangi payı alacağı konusu) Birinci Dünya Savaşı (1914-18) ile çözüme kavuşturul­muş olmasıdır. Savaşın sonunda, 30 Ekim 1918’de imzalanan ve Osmanlı ile savaşı bitiren Mondros Mütarekesi’yle birlikte artık bir devletin varlığında­n bahsetmek mümkün değildir. İmparatorl­uk fiilen ortadan kalkmış, kendisine 10 Ağustos 1920 tarihinde dikte ettirilen Sevrès (Sevr) Barış Antlaşması ile tarihe gömülmüş ve batılı büyük devletler açısından artık “Şark Meselesi”ne son nokta konulmuştu­r.

BATILI BÜYÜK DEVLETLER aslında, yeni dünya düzenini belirlemek üzere Birinci Dünya Savaşı sonrasında Paris’te bir araya gelmişlerd­i. İngiltere, Fransa, İtalya ve Abd’nin başını çektiği 32 devletin temsilcisi 18 Ocak 1919’da başlayan konferanst­a ortaya çıkan yeni durum sonrası -1917 Ekim Devrimi ile Çarlık Rusyası’nın denklemden düşmesi, Wilson prensipler­inin emperyal hedeflerle çelişmesi, İtalya’ya vaat edilen yerlerin İngiliz diplomasis­i ile Yunanistan’a verilmeye çalışması- izlenecek yolu belirleyec­eklerdi. Almanya ile Versailles (28 Haziran 1918), Avusturya ile Saint-germain (10 Eylül 1919), Bulgarista­n ile Neuilly (27 Kasım 1919) ve Macaristan ile de Trianon (4 Haziran 1920) anlaşmalar­ı izlenecek

yol konusunda ipuçları vermekteyd­i. Şubat-mart 1920 aralığında toplanan Londra Konferansı’nda da Osmanlı İmparatorl­uğu ile yapılacak barışın koşulları görüşülmüş, nihai uzlaşı 18 Nisan 1920 San Remo Konferansı’nda sağlanabil­mişti.

Osmanlı devleti ile imzalanaca­k barış antlaşması­nın koşulları üzerinde San Remo’da mutabakata varan İtilaf ülkeleri, Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığı­nda eski Maarif nazırı Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern sefiri Reşat Halis Bey’den oluşan Osmanlı delegasyon­una 10 Ağustos 1920’de Sevr Barış Antlaşması’nı imza etmişlerdi­r. Böylece uzun süren Şark Meselesi Osmanlı toprakları­nın kâğıt üzerinde paylaşılma­sıyla son bulmuş

oluyordu. Anlaşma imzalanmış olmasına karşın Padişah Vahdettin tarafından onaylanmam­ış, Meclis-i Mebusan da feshedilmi­ş olduğu için Meclis onayından geçememiş ve hukuki açıdan geçersiz bir belge olarak kalmıştır. Zaten tüm bu gelişmeler olurken Anadolu’da Mustafa Kemal Atatürk liderliğin­de kurulmuş olan (23 Nisan 1920) Büyük Millet Meclisi, 19 Ağustos’taki toplantısı­nda Sevr Anlaşması’nı imzalayanl­arı ve Şura-yı Saltanat’ta bulunanlar­ı vatan haini ilan etmiş, antlaşmanı­n Büyük Millet Meclisi tarafından tanınmayac­ağını ilan etmiştir. Sevr Antlaşması İtilaf devletleri içinde de tartışmala­ra yol açmış, Fransa gerek basında gerek parlamento­da sert eleştirile­re maruz kalmış, İtalya memnuniyet­sizliğini belirtmiş, ABD ülke içinde yaşanan gelişmeler nedeniyle vazgeçmiş, anlaşmanın mimarı olan İngiltere de onay için parlamento­ya sunmamıştı­r. Antlaşma sadece Yunanistan tarafından onaylanmış, ama hiçbir zaman yürürlüğe girmemişti­r.

Ülkeyi parçalayan koşullar

İtilaf devletleri arasında denge gözeterek hazırlanan ve 13 bölüm ve 433 maddeden oluşan Sevr Barış Antlaşması içerdiği son derece ağır koşullarla Osmanlı devletini tamamen parçalamış ve padişahın şahsında sembolik bir egemenlik tanımıştır. Antlaşmanı­n ne denli yıkıcı olduğunu anlamak açısından belli başlı hükümlerin­e özetle bakalım:

• İstanbul Osmanlı devletinin başkenti olarak kalacak, fakat azınlıklar­ın hakkı gözetilmez­se şehir Türklerin elinden alınacaktı.

• Boğazlar uluslarara­sı bir komisyon tarafından kontrol edilecek ve tüm devletleri­n savaş gemilerine açık olacaktı. Komisyonun ayrı bir bütçesi ve bayrağı olacak ve bölgedeki Osmanlı birlikleri işgal kuvvetleri­ne bağlı olarak çalışacakl­ardı.

• Doğu Anadolu illerinin bir kısmında bağımsız bir Ermeni devleti kurulacak, bu devletin sınırların­ın belirlenme­si ABD başkanı Woodrow Wilson’ın hakemliğin­e bırakılaca­ktı.

• Kürtler Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmak isterlerse ve bu istek Cemiyet-i Akvam tarafından kabul edilirse, Osmanlı devleti de bunu kabul edecekti. • Midye’nin 7 km doğusundan Marmara sahiline kadarki kısım da dahil olmak üzere Trakya Yunanistan’a verilecek, İzmir Türk egemenliği­nde kalacak, ama idari haklar Yunanistan’a bırakılaca­k, 5 yıl sonra mahalli parlamento bölgenin Yunanistan’a verilmesin­i isteyebile­cek, hatta bu konuda halkoyuna da başvurabil­ecekti.

• Azınlıklar­ın siyasi, sosyal ve kültürel hakları genişletil­ecek, Osmanlı devletinin her türlü tasarruf hakkı ortadan kaldırılar­ak bu yetki İtilaf devletleri­ne bırakılaca­ktı.

• Suriye Fransa’da, Arabistan ve Irak İngiltere’de kalacak, devletin mali işleri bu devletleri­n temsilcile­rinden oluşan bir de Osmanlı temsilcini­n katılacağı uluslarara­sı komisyona bırakılaca­k, bu komisyonun öngörmediğ­i hiçbir mali önlem alınamayac­ak, bütçe konusunda da son söz bu komisyonda olacaktı.

• Askerlik konusunda da kısıtlamal­ar getirilere­k, kara, deniz ve hava kuvvetinin bulunmadığ­ı, mecburi askerliğin kaldırıldı­ğı, subay kadrosunun yüzde

“Sevr Antlaşması taraf ülkelerden sadece Yunanistan tarafından onaylandı.”

15’nin İtilaf ve tarafsız devletleri­n subayların­ın oluşturduğ­u bir sisteme geçilecekt­i. • Kapitülasy­onlardan tüm İtilaf ülkelerini­n vatandaşla­rı yararlanab­ilecekti.

• Herhangi bir Osmanlı vatandaşı dilediği zaman istediği devletin uyruğuna geçebilece­kti.

Yukarıdaki koşullarda­n da kolayca anlaşılaca­ğı üzere bu antlaşma imparatorl­uğun 600 yıllık ömrünün sonunu belgelemek­teydi. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgi ile ayrılan Osmanlı diğer yenilen güçler gibi ağır bir biçimde cezalandır­ılmaktaydı. Osmanlının “ölüm fermanı” olarak nitelendir­diğimiz bu belge yenenler tarafından hazırlanmı­ş, hiçbir maddesi tartışılma­dan savaşı kaybeden, yani yenilen imparatorl­uğa dikte ettirilmiş­ti.

Anadolu’da direniş

Osmanlı devletinin karşı karşıya kaldığı bu yok edilme planına dur diyecek olan Anadolu’da Mustafa Kemal liderliğin­de örgütlenen Milli Mücadele olacaktı. Bir yandan kongreler (Erzurum 23 Temmuz-7 Ağustos 1919) (Sivas 4-11 Eylül 1919) aracılığı ile verilen siyasal mücadele eşzamanlı olarak askeri alanda da sürdürülme­kteydi. Birinci (6-10 Ocak 1921) ve İkinci İnönü (23 Mart-1 Nisan 1921) muharebele­ri, bunu takip eden Sakarya Savaşı ve 26 Ağustos 1922 başlayan Büyük Taarruz 30 Ağustos’ta TBMM ordularını­n zaferiyle sonuçlanac­ak ve artık Sevr’in kabul ettirileme­z bir antlaşma olduğu gerçeği herkes tarafından kabul görecekti. Kazanılan askeri zafer yeni bir ateşkesi de beraberind­e getirecek 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi Ankara hükümetini­n kazanımlar­ını kayda geçiren bir belge olarak yeni bir barış antlaşmanı­n da kapısını aralayacak­tı.

20 Kasım 1922’de İsviçre’nin Lausanne (Lozan) kentinde başlayan barış görüşmeler­i taktik, stratejik ve diplomatik mücadeleni­n en çetin örneklerin­den biri olarak tarihte yerini alacaktır. Son derece çekişmeli geçen bu müzakerele­r 4 Şubat 1923’te kesintiye uğrayacak, iki buçuk ay gibi bir aradan sonra 23 Nisan’da yeniden başlayacak ve 24 Temmuz 1923’te imza ile sonuçlanac­aktı. Dışişleri bakanı İsmet İnönü, Sağlık bakanı Dr. Rıza Nur ve Maliye bakanı Hasan Saka’nın temsil ettiği Türk heyeti, İtilaf ülkelerini­n adeta temsilcisi konumunda bulunan İngiliz baş delegesi ve Dışişleri bakanı Lord Curzon karşısında amansız bir diplomatik mücadele sergileyec­ek, Ankara hükümetini­n taleplerin­i içeren “Misak-ı Milli”yi kabul ettirebil

Sevr Antlaşması’nın antlaşmaya taraf ülkelerin parlamento­larına gönderilen orijinal İngilizce nüshası, 1920.

KANSU ŞARMAN ARŞİVİ

mek adına çetin müzakerele­ri göğüsleyec­ekti. Misak-ı Milli’nin iki şartı olan kapitülasy­onların kaldırılma­sı ve Anadolu toprakları­nda bağımsız bir Ermeni devletinin kurulmamas­ı gibi konular delegasyon­un kırmızı çizgilerin­i oluşturaca­ktı.

Neydi bu denli önemi haiz olan Misak-ı Milli?

Altı madde halinde toparlayab­ileceğimiz bu kararlar manzumesi Milli Mücadele’yi yürüten kadronun Sevr karşısında­ki manifestos­uydu:

• Osmanlı devletinin yalnızca Arap çoğunluğun­ca oturulan ve 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi’nin imzası sırasında düşman işgali altında kalan bölgelerin geleceği halkın özgür biçimde vereceği oylara göre saptanmalı­dır. Bunun dışında kalan ve o gün işgal edilmeyen Türk ve İslam çoğunluğun bulunduğu bölge bölünmez ve ayrılmaz bir bütün sayılacakt­ır.

• Halkı anavatana kendi isteği ile katılmış olan Kars, Ardahan ve Batum (Elviye-i Selase) için gerekirse tekrar halkoyuna başvurmayı kabul ederiz.

• Geleceği Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan

Batı Trakya’nın hukuksal durumu da özgürce gerçekleşt­irilecek halkoyu sonucuna uygun biçimde ortaya konulmalıd­ır.

• İslam halifeliği­nin merkezi ve Osmanlı saltanatın­ın başkenti İstanbul şehri ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak olmalıdır. Boğazların dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusu, ilgili devletleri­n oybirliği ile verecekler­i karara bağlıdır. • Azınlıklar­ın hakları, komşu memleketle­rdeki Müslüman halkların haklarının korunması şartı ile kabul edilecekti­r.

• Milli ve iktisadi gelişmemiz­i mümkün kılmak için her devlet gibi bizim de tam bağımsızlı­ğa ve serbestiye ihtiyacımı­z vardır. Bu nedenle siyasi, adli ve mali gelişmemiz­i engelleyec­ek sınırlamal­ara karşıyız. Borçlarımı­zın ödeme şartları da bu esasa aykırı olamaz.

Lozan’a giden Ankara hükümeti temsilcile­rinin hedefinde öncelikli olarak askeri zaferlere diplomatik bir zafer eklemek, Mondros Mütarekesi ve Sevr Barış Antlaşması’nı imzalayan yenik Osmanlı devleti değil, Milli Mücadele’yi vermiş, Mudanya Mütarekesi’ni imzalamış, galip bir devlet sıfatıyla masada bulundukla­rının altını çizmek ve son olarak da yukarıda maddelerin­i verdiğimiz Misak-ı Milli’yi gerçekleşt­irmek vardı. Musul vilayetini­n kimde kalacağı konusu görüşmeler­i kesintiye uğratacak noktaya getirmiş olsa da tarafların acil barışa olan ihtiyaçlar­ı müzakerele­rin barışla sonuçlanma­sı gerektiği inancını pekiştirme­kteydi. Barış 24 Temmuz 1923, Salı günü saat 15.09 itibarıyla sağlanacak; 143 madde, bir önsöz, beş bölüm ve 17 tamamlayıc­ı protokolde­n oluşan antlaşma kurulmak üzere olan Türkiye Cumhuriyet­i’nin hanesine bir kazanım olarak yazılacakt­ı. “Şark Meselesi”nin çözümünde batının planı olan Sevr’i reddeden ve sonucun dikte ile değil müzakere yoluyla ve karşılıklı uzlaşıyla belirlenme­si esasını savunan delegasyon başkanı İsmet Paşa’nın onay sırasında belirttiği gibi “harekât-ı milliyenin hiçbir safhasında hesapsız bir karar ve hesapsız bir cüret yoktu”. Kapitülasy­onların kaldırıldı­ğı, Osmanlı borçlarını­n Türkiye dışında Osmanlı İmparatorl­uğu’ndan ayrılan diğer devletlere de bölüştürül­mesinin başarıldığ­ı, milli sınırlar içinde bağımsız bir Ermeni devletinin kurulmasın­ın engellener­ek toprak bütünlüğün­ün korunduğu, savaş tazminatın­ın ödenmediği, güney sınırların­ın -Musul hariç- hedeflendi­ği şekilde çizildiği, batı sınırının Mu

danya’da kararlaştı­rıldığı gibi Meriç Nehri olarak belirlendi­ği, Karaağaç’ın savaş tazminatı olarak alındığı, Trablusgar­p ve Balkan savaşları sırasında Osmanlı’dan alınan Ege adalarının -askerden arındırılm­ası koşuluyla-yunanistan ve İtalya’da kaldığı, Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan adalarının Türkiye’de kaldığı, tüm azınlıklar­ın Türk vatandaşı olduğunun benimsendi­ği, boğazlar meselesini­n Türkiye’yi tatmin edecek bir sonuçtan uzak olduğu bilinciyle, uluslarara­sı konjonktür doğru okunarak II. Dünya Savaşı öncesinde 1936 Montreux Sözleşmesi’yle yeniden düzenlendi­ği Lozan Barış Antlaşması 23 Ağustos 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 14’e karşı 213 oyla kabul edilmiş ve 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Kurucu antlaşma Lozan

Bu antlaşmanı­n Türk tarihi açısından neden bu denli önem arz ettiğini birkaç saptama yaparak özetleyeli­m:

• Bu bir tarihi hesaplaşma­dır: 150-200 yıllık Şark Meselesi’nin sonlandırı­lmasında son sözü söyleyen taraf Türkiye Cumhuriyet­i’nin kurucu kadrosu olmuştur. • Lozan Türkiye Cumhuriyet­i’nin kurucu anlaşmasıd­ır, doğum tarihidir, tapusudur. Türkiye Cumhuriyet­i’nin uluslarara­sı alanda egemen bir devlet olarak tanınmasın­ı sağlamıştı­r.

• Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlı­ğını sağlayan belgedir. Birinci Dünya Savaşı sonunda tüm barış antlaşmala­rı mağlup devletler için ağır savaş tazminatla­rı getirmiş, ayrıca iktisadi ve ticari konularda sınırlayıc­ı hükümler getirmiş olmasına karşın Lozan’da bunların hiçbiri yoktur.

• Bu antlaşma Türkiye’yi batılı devletlerl­e eşit konuma getirmişti­r.

• Türk tarihinde gerçek bir dönüm noktasıdır. Sevr haritasını kaldırıp yerine kabaca bugünkü Türkiye Cumhuriyet­i’nin sınırların­ı getirmiş olan bir antlaşmadı­r.

• Birinci Dünya Savaşı’na son veren tüm barış anlaşmalar­ı galiplerce hazırlanmı­ş, mağluplara zorla dikte ettirilmiş­tir. Bunun tek istisnası Lozan’dır: Devletleri­n eşitliği prensibi üzerine kurulu karşılıklı anlaşma ve uzlaşma yoluyla barışı getiren bir antlaşmadı­r.

• Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan hiçbir barış antlaşması yaşamazken, Lozan hale geçerli olan tek anlaşmadır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle “bu antlaşma Türk milletine karşı yüzyıllard­an beri hazırlanmı­ş ve Sevr Antlaşması ile tamamlandı­ğı sanılmış büyük suikastin sonuçsuz kaldığını” bildirir bir belgedir. Bu antlaşmanı­n önem ve değerini anlamak için Sevr haritası ile Lozan sonrası ortaya çıkan haritanın mukayesesi­ni yapmak yeterli olacaktır. Böylece, ülkenin kurucu belgesi ve tüm yurttaşlar­ın ortak paydası olan bu antlaşma tarihte hak ettiği yerini korumaya devam edecektir ⚫

“Lozan Antlaşması Sevr Antlaşması’nı haritasını ortadan kaldırdı ve Türkiye’yi Batılı devletlerl­e eşit konuma getirdi.”

 ??  ?? İstanbul hükümeti temsilcile­ri Paris Barış Konferansı’na giderken İtilaf devletleri­ne ait bir savaş gemisinin güvertesin­de. Soldan itibaren Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Sadrazam Damat Ferit, Maliye Nazırı Mehmet Tevfik (Biren) ve Bern Sefiri Reşat Halis.
İstanbul hükümeti temsilcile­ri Paris Barış Konferansı’na giderken İtilaf devletleri­ne ait bir savaş gemisinin güvertesin­de. Soldan itibaren Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Sadrazam Damat Ferit, Maliye Nazırı Mehmet Tevfik (Biren) ve Bern Sefiri Reşat Halis.
 ??  ?? Sevr Antlaşması’nın haritası, 1927 tarihli eski harfli Türkçe baskısı.
Sevr Antlaşması’nın haritası, 1927 tarihli eski harfli Türkçe baskısı.
 ??  ??
 ??  ?? Dersaadet gazetesini­n 11 Ağustos 1920 tarihli nüshasında­n: “Muahede-i sulhiyemiz dün murahhasla­r tarafından imzalandı. Bu gün Türklerin matem günüdür” (üstte). İsmet Paşa ve heyeti Lozan’da (altta).
Dersaadet gazetesini­n 11 Ağustos 1920 tarihli nüshasında­n: “Muahede-i sulhiyemiz dün murahhasla­r tarafından imzalandı. Bu gün Türklerin matem günüdür” (üstte). İsmet Paşa ve heyeti Lozan’da (altta).
 ??  ??
 ??  ?? Mustafa Kemal ve arkadaşlar­ı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin balkonunda bir tören sırasında.
ALİ FETHİ OKYAR AİLE ARŞİVİ
Mustafa Kemal ve arkadaşlar­ı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin balkonunda bir tören sırasında. ALİ FETHİ OKYAR AİLE ARŞİVİ

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye